top of page

Kendinin Köstebeği Ol

Daha dün ''Kendinin Efendisi Ol'' diyordun ne ara iş köstebeğe dönüştü diye düşünmekte haklısınız. Çabasız gelen efendilikte gözüm yok elbette ama köstebek olmakta büyük efendilik bence.


-Hem de köstebek! Pehh


Gönül ister efendilik gökten insin, taç çakrama yerleşsin, bana dokunmadan gerekeni yapsın. Suya sabuna karışmayayım diyeceğim ama ellerimizi yıkamaktan bıktığımız günlerde bunu düşünmek pek ironik geldi:)


Gelelim konumuza.


Kendisinin Efendisi Olmayan Hiç Kimse Özgür Değildir. Epiktetos

Stoacıları severim:) Lisede felsefe derslerinde ya da sonradan katıldığım felsefe klüplerinde Epiktetos'un bu söyleminin geçmediği bir yer görmedim. Öyle derin bir söz.

Stoacılara ait bir söz daha:

Kendi kontrolünde olmayan şeylerle ilgilenmektense, kendini değiştirebilirsin. Böylece hayal kırıklığına uğrama ihtimalini ortadan kaldırabilirsin. İnsan, hapisteyken bile mutlu olabilir; çünkü mutluluk insanın kendisine dönüp kendi içinde çözümleyip başarabileceği bir şeydir.


'Kendisinin Efendisi Olmayan Hiç Kimse Özgür Değildir' sözü kulağıma çok romantik ve ulaşılabilir geliyordu eskiden. Bu işin bu kadar çaba ve istek gerektiğinin farkına vardığımda kendi kısır döngüme bir çelme takmıştım.


Kendinin Efendisi olmak öyle kolay değil. İnsan arzularının, isteklerinin ve zihninin kölesidir. Birçok insan gibi sonradan öğrendiğim, deneyimlediğim ve can kurtaran bir bilgi. Tek ihtiyacımız olan sevgi ama bilinçsizce yerine başka şeyler koyuyoruz.

Biz kendi içimizde özgür değiliz ve bu köleliğin farkında varmadan çok uzun yıllar yaşıyoruz. Zihin istediği bir düşünceyi gözümüzün önüne getirir, bununla yetinmez bir duyguyu da peşine sürükler. Biz saatlerce belki yıllarca o düşüncenin içinde kalır, acı çekeriz. Bir zaman sonra bu acıdan besleniriz. Kurban durumuna düşeriz kolaylıkla. Bağımlılıklar ise burada karşı konulamaz bir etki yaratır. (Yemek yeme, madde kullanımı, ilişki bağımlılığı vs... )

 

Hadi hatırlayalım biraz..

Son günlerde hoşuna gitmeyen bir durum zihnine düştüğünde en çok hangi duyguyu hissettin?

Bu düşüncenin içinde kalmak nasıldı?

Gün içinde tekrar etti mi?

Gelen ilk düşüncenin peşine onu destekleyen başka düşünceler de geldi mi?

Ne kadar süre devam etti?

Bu düşünceden kurtulmak için neler yaptın?




Hepimiz böyle şeyler yaşıyoruz. Düşünmek suç değil elbette. En kötü şeyler, en umut verici şeyler arasında sayısız defa düşünürüz. Çünkü zihnin görevi de düşünce üretmektir. Nasıl ki kulaklarımız duymamız, gözlerimiz görmemiz için, zihinimizde düşünmemiz için vardır. Yapılan bir araştırmaya göre, ortalama bir insanın zihninden günde yaklaşık 6 bin düşünce geçiyor. Gel de düşünme şimdi :)



Kontrolsüz zihin açık denizlerde kaybomuş ,nereye gideceğini bilmeyen bir gemi gibidir. Kaptan kontolü eline alır, nereye gideceğine karar verirse gemiyide kontrol altına alabilir.

Şimdi düşünelim, zihnimiz bir gemi biz de kaptan isek. Kaptan dümeni nereye çevirirse gemide oraya gider. Gemi açık denizlerde dalgalarla boğuşurken biz de zihnimizin verdiği duygusal kölelikte boğuşuyoruz. Öfkeleniyoruz, bağırıyoruz, ağlıyoruz, kıskançlık yaşıyoruz, nefret ediyoruz, günden güne koparılmış bir çiçek gibi solarken bir çakal gibi arsızlaşıyoruz.


Düşünmek normal bir şey, evet. Ne düşündüğümüzden çok nasıl düşündüğümüzde önemli. O 'nasıl' düşünme hali bizi derinden etkiliyor. Çoğunlukla, düşüncelerimizin vücudumuz ve sağlığımız üzerindeki etkilerinin farkına varmayız. Bazen, bizi duygusal ve fiziksel olarak etkileyebileceğini, hayat kalitemizi düşüreceğini hiç düşünmeden stres, gerginlik, endişe, depresyon, telaş gibi olumsuz duygulara kendimizi kaptırırız. Kendimizi kaptırdığımız yerde sorun başlıyor. Kaptırdığımız anda zihni kontrol edemediğimizi farketmemiz oldukça önemli.




Zamanla kendimize iyice yabancılaşıyoruz. Cimrilik, kindarlık, umutsuzlukta ruhsal hastalıktır ve bedensel olarak bel fıtığı,omuz ağrısı, kalp yarası, tiroid sorunları, rahim hastalıkları, egzama gibi çeşitli hastalıkları yaşıyoruz. Benim migrenim var, benim kanserim var derken bile hastalığı sahipleniyoruz.


Her şey o kadar basit aslında. Zor değerlidir inancı ile hayatımızın dönüm noktalarını es geçebiliyoruz.


Bir acı da hastalıklara tutunma alışkanlığımızdan geliyor. Peşine bir kurbanlık geliyor çünkü bu zamana kadar bildiğimiz tek yol bu. İletişim şekli olarak yerini hiç bırakmaya niyeti yok. Acı ve kurbanlık ayrılmaz bir ikili benim için. Hastalıklarımızın da özel olduğunu düşünüyor daha farklı ilgi bekliyoruz hayatımızda kim varsa. Bu ilgi karşılıksız kalırsa dönüm noktası için iki yol çıkıyor karşımıza;

İlki, zihnimizin olumsuz düşünceye yatkınlığını daha fazla kullanarak kendimizi çıkmaz sokaklara hapsetmek ve değersizlik hissi ile yaşamak.

İkincisi ise kendimizin köstebeği olmak.

Biliyoruz ki köstebek toprak altında bitki köklerine zarar verecek olan zararlı haşere ve böcekleri de tüketerek çevre dengesi için oldukça faydalı bir görevi vardır. Biz de bedenimizde ve ruhumuzda hastalığa neden olmuş tüm nedenleri bulmak adına köklenmiş zararlı inançlardan, zihnimizi kemiren inatçı düşüncelerden,yazdığımız senaryolardan, kendimizi bize yabancılaştıran her türlü olumsuz duygu ve düşünceden temizleyerek başlayabiliriz.


Biz ne o hastalığız, ne o hastalığa neden olan düşünce ya da duyguyuz. Biz tüm bunlara şahitlik eden, gören, duyan, anlayan, yaşayan kişiyiz ama onlar değiliz. Her şeyin gelip geçtiğini, su gibi aktığını unutmayalım. Tutunmak, diretmek, değişime karşı gelmek evrensel yasalara dahi aykırı. Gökyüzü her gün aynı mı? Aynaya baktığımızda her gün biraz daha değiştiğimizi görmüyor muyuz?


Köstebek olup o zararlı kökleri bulmak ilk işimiz sonrasında zihnin kontrolünü ele alarak bu alanda çalışmalar yapmak olmalı. Meditasyon, prayanama, mudra, mantra, yoga, tai Chi ve Çigong bu çalışmalardan bazıları.

Kendime yabancı olarak yıllarca yaşadığımızı farkettikten sonra en önemli soruya hazır mıyız?


Ben kimim?




38 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Vagus Siniri

Kutupsuzluk

Yedi Kapısı

bottom of page